Semadirek Kanatlı Zaferi

Yunan Helenistik Dönem Sanatının şaheserlerinden biri olan Kanatlı Zafer Heykeli, Paris’te bulunan ünlü Louvre Müzesinde Daru Merdivenlerinde sergilenmekte. Kanatlı Zafer Heykeli veya Kanatlı Nike Heykeli adlarıyla bilinen heykel, müzede Semadirek Kanatlı Zaferi adıyla sergileniyor.
MÖ 2.yy.dan kalma eser adını keşfedildiği yer olan Yunanistan’ın Semadirek (Y: Samothrace) adasından alıyor. Eser 1863 yılında Fransız arkeolog Charles Champoiseau tarafından keşfediliyor. Adada denizciler için yapıldığı düşünülen antik bir tapınakta bulunan eser, bulunduğu tarihi tapınak alanından Paris’e parça parça getirilip birleştiriliyor. Tekrar tekrar restorasyona uğrayan eser, kanatların bir kısmı doldurularak son halini alıyor ve 1884 yılından beri Paris’te sergileniyor.
Paros (Yunanistan Mermeri) ile yapılmış; kanatlı, kaidesiyle birlikte yaklaşık beş metre boyunda başsız ve kolsuz bir kadın heykeli olan eserde Yunan zafer tanrısı Nike temsil ediliyor. Zafer tanrısı Nike’nin heykelinin, adada gerçekleşen bir deniz savaşında kazanılan bir zaferden sonra, zafer tanrısını onurlandırmak adına taş bir gemi pruvasının üzerinde sergilenmek üzere inşa edildiği düşünülüyor.
Zaferin Habercisi Tanrıça
Nike, zafer tanrıçası, zafer haberlerini veren bir ulak. Türkiye’de Efes Antik kentinde de bir tasviri bulunan Yunan tanrıçası, çoğunlukla sağ elinde palmiye yaprağı olan genç ve kanatlı bir kadın olarak tasvir ediliyor. Nike’nin savaş alanında kanatlarıyla gezdiği, zafer sahiplerine defne çelengi sunduğuna inanılıyor. Aynı zamanda hızlı hareket etmesiyle de bilinen Nike, Romalılar Yunan topraklarında hüküm sürmeye başladığında hızın ve zaferin temsilcisi Victoria halini alıyor.
Bulunduğu adadaki tapınaktaki hâkim rüzgâr yönüne uygun yerleştirilmiş heykele bugün Paris’te baktığınızda adadaki esen rüzgârı üzerinden hissedebilirsiniz. Yukarı kıvrılmış üst gövdesi ve öne doğru hareket eden ayakları ile rüzgârı tüm bedeniyle karşılıyor. Yukarı doğru açılan kanatları ile rüzgârı bedeninde döndürüyor ve rüzgâr, onu kanatlarının altından ileriye taşıyan bir kamçı gibi yükseltiyor. Rüzgarla bir bütün olmuş, doğayla kucaklanan bir tanrıça heykeli Semadirek’in Kanatlı Zaferi.
19.yy.’ın Sanat Eseri
Son kez 2013 yılında 1 Milyon Euro’ya restore edilen ve son halini alan heykel için Louvre Müzesi proje başkanı Ludovic Laugier, heykelin Helenistik bir baş yapıt olmasının yanı sıra üzerinde yapılan restorasyon çalışmaları nedeniyle 19. Yy.ın tarihsel sanat örneği olduğunu ifade ediyor.
İlk halinin keşfinden sonra birçok arkeolog heykelin diğer parçalarını bulmak için araştırmalarını yıllarca sürdürüyor. Ancak birçok kazıdan sonra yalnızca sağ elin yüzük parmağı ve başparmağı bulunabildi. Araştırmacılar parmakların açık oluşu sebebiyle Nike’nin sağ eliyle bir şeyi, belki bir defne çelengini tutmuş olabileceği teorisini sundular.
NİKE Markası
Ne var ki 1950 tarihinde son bulunan parçanın üzerinden geçen yıllardan sonra yeni bir parçası bulunamadı ve Kanatlı Zafer Heykeli, kolsuz ve başsız kanatlı bir kadın formuyla Louvre Müzesinin en bilinen parçalarından biri olarak ikonikleşti.
Bugün dünyaca ünlü spor giyim markası Nike’ın isminin, firmada çalışan ve bir koşucu olan Jeff Johnson tarafından rüyasında bu tanrıçayı görmesi üzerine değiştirilerek verildiği biliniyor.
louvre.fr
*focus.louvre.fr/en/winged-victory-samothrace
Khan Akademi
Photo by Daniele D'Andreti on Unsplash
Photo by Jon Tyson on Unsplash
Photo by Marie-Lan Nguyen
Mantıku't Tayr

Mantıku’t Tayr ( Kuş Diliyle veya Kuş Dili olarak çevrilebilir) 12.yy.da yaşamış İranlı şair Feridüddin Attar tarafından yazılan manzum bir eserdir. Manzum eserler mısralardan oluşan, kafiyelerden yararlanılarak yazılan şiir biçimindeki uzun yapıtlardır.
Tasavvuf edebiyatının başlıca eserlerinden biri olan Mantıku’t Tayr’da, kuş sembolizminden yararlanılarak tasavvuf inancındaki Vahdet-i vücut anlayışı anlatılmaktadır. Hikâye kuşların toplanıp hiçbir ülkenin padişahsız olmadığını, padişahsız ülkenin ordusunda düzen ve tertibin kalmayacağını, kendilerine bir padişah bulmaları gerektiğini söylemeleriyle başlar.
Süleyman peygamberin haberci kuşu Hüdhüd, Simurg adında bir padişahlarının olduğunu, o padişahın da Kaf Dağı’nın ardında olduğunu söyler.
“O bize yakındır lakin biz ona uzağız, ona ulaşmamız için zorlu bir yolculuğa çıkmamız lazımdır.”
Yolculuğun güçlüklerini duyan Bülbül, Papağan, Tavus, Kaz, Keklik, Baykuş gibi bazı kuşlar vazgeçmek isterler. Hüdhüd’le karşılıklı tartışırlar. Bu tartışmalarda her bir kuşun mazeretleri onun öyküsü olur. Hüdhüd onları ikna eder ve bunun üzerine Kuşlar Ülkesi’nin kuşları Kaf Dağı’nın ardındaki Simurg’u bulmak için çetin ve zorluklarla dolu bir yolculuğa çıkarlar.
Uzun yolculuk esnasında bitkin düşen kuşlar zamanla şüpheye düşerler. Hüdhüd onların sorularına cevap verir. Kuşlardan biri onları neyin beklediğini sorar.
“Ey yolu tanıyan Hüdhüd, gözlerimiz bu vadide karardı.Yoldaş, bu yol kaç fersahtır?”
Hüdhüd der ki;
“Önümüzde yedi vadi vardır. Dünyadan gelip de bu yolu dönen olmadı. Bu yüzden yolun kaç fersah olduğunu bilen yoktur. İlk vadi talep vadisidir, sonra ucu bucağı olmayan aşk vadisi gelir. Üçüncü vadi marifet (bilgi) vadisidir.
Dördüncüsü istiğnadır (ihtiyaçsızlık). Beşinci vadi tertemiz olan tevhid (birlik) vadisidir. Sonra tehlikeli olan hayret vadisi gelir. Yedinci vadi de Yoksulluk ve fena (yok olma) vadisidir. Bundan sonra yolun sona erer, Bir damla olsan okyanus kesilirsin.”
Kuşlar sırasıyla bu vadilerle geçerler. Hakikat yolunu temsil eden bu yedi vadiyi geçen kuşlardan yalnızca 30 kuş yolu aşıp Kaf Dağı’nın ardındaki yüce bir dergâha ulaşabilir.
Dergaha ulaşan kuşların Simurg’u aradıkları anlaşılınca bir haberci önlerine birer kâğıt parçası bırakır. Kâğıtları okuyan kuşlar bütün yaptıklarının yazılı olduğunu görürler ve şaşırırlar. Bu sırada Simurg kendini gösterir. Fakat gördükleri Simurg kendilerinden başka bir varlık değildir. Simurg’da kendilerini, kendilerinde Simurg’u görürler. (Simurg otuz kuş anlamına gelir.)
Ve bir ses duyulur: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz; daha fazla veya daha eksik gelseydiniz yine o kadar görünürdünüz; çünkü güneşe benzeyen bu dergah bir aynadır.”
Kaf Dağının ardındaki dergâha erişen otuz kuş aradıkları padişahın varılması gereken yere yolculuk eden kendileri olduğunu anlar. Yolun sonunda hepsi Simurg’a erişerek fani olur, artık ne yol ne yolcu ne de kılavuz vardır. Gölge güneşte kaybolur. Hepsi “bir” olmuştur.
Tasavvuf anlayışını anlatan bu eserde Hüdhüd’ün anlattığı 7 vadi tasavvuf inancının prensiplerini simgeler. Allah Simurg, Dergah ayna ile sembolleştirilmiştir. Dergâha erişen kuşların da hakikate (islam bilgisi ve inancına) o ayna, yani kendileri yoluyla eriştiklerini anlatır.
Mantıku’t-Tayr, 13. yüzyıl sonlarında Gülşehri tarafından çevrilmiştir. Günümüzde çevirileri yoluyla halen okunmakta ve ilgi görmekte olan bir eserdir.
Görsel:Simurg Sanatevi, Simurg Yağlı Bayo Tablo